"La" deyip geçemeyiz. "La" devrimdir, inkılaptır, ihtilaldir ve safi bir inkardır. Bütün peygamberler, kendi zamanlarındaki kurulu düzenlere önce "La" diyerek işe başlamışlardır.
Bir kişi, önce "İllallah" sonra "La İlahe" diyemez. "La İlahe" düsturunun önce gelmesi bir sünnetullahtır. Allah (cc), değişmez hayat rehberimiz Kuranı Kerim'de mealen şöyle buyuruyor:
“Dinde zorlama yoktur. Hak batıldan tamamen ayrılmıştır. Kim "tağutu" inkar eder de Allah’a iman ederse, o muhakkak ki kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuştur. (...)” (Bakara 256)
Bu ayet La İlahe İllallah‘ın özüdür, açıklamasıdır. "La İlahe İllallah" cümlesi de bu ayetin bir tefsiridir. Dikkat edilirse ayeti kerimede tağutu inkar etmek, Allah’a iman etmekten önce gelir. Hiç kimse "İllallah" ibaresini "La İlahe" ibaresinin önüne geçiremez. Geçirdiği takdirde iman etmemiş olur. İşte günümüzdeki en büyük sorun budur. İnsanların çoğu "La" demeden "İlla Allah" dedikleri için şirkin ve küfrün içinde yüzmektedirler. Bundan dolayı putlaştırılan şehyleri, beşeri ideolojileri ve şeytani kanunları inkar etmeden, sadece "İllallah" diyen ve bu şekilde ölen ehli iman müslüman değildir. Çünkü beşeri sistemlerle, şeytani kanunlarla ve putlarla birlikte Allah’a iman olmaz.
Kelimei Tevhid bir bütündür. Bu bütünün evveli "La İlahe", ortası "İllallah", sonu ise Muhammedun Rasulullah‘dır. Yani Allah’ın Resulü gibi yaşamaktır. İman etmeye kalkışan bir kimse şayet Tevhid’in ilk bölümü La İlahe’yi -yani, şeytani kanunları, putları, ideolojileri ve izm’leri inkar etmeyi- arka plana, sonraya bıraksa bu kişinin iman iddiası, abdestsiz namaz kılıp da namazdan sonra abdest almaya kalkışan kişinin durumuna benzer.
Abdestsiz kılınan bir namazı, sonradan alınan abdest sahihleştirmediği gibi, tek başına "İllallah" da imanı sahihleştiremez. Bu nedenle diyoruz ki: Her çağ ve mekanda "La İlahe" düsturu İllallah’dan önce gelir. Çünkü "La İlahe", bütün batıl sistemlerin ve nizamların reddedilmesi, beşeri ideolojilerin kefene sarılması, putların devrilmesi, ruhların ve kalplerin arındırılması anlamına gelir. Bu ifade tağutlara isyan etmeyi ve tağutları reddetmeyi içerir. Esasen her şeyin şartları ve rükünleri vardır. Allah’a iman etmenin ilk şartı ve rüknü tağutları inkardır. İşte bu da inkar ve isyanın ebedi sembolü Kelimei Tevhid’in başındaki La İlahe‘dir.
Tağutu ve Beşeri Sistemleri Red Etmek
"La İlahe" diyen bir kimse aynı anda hem Müslüman hem demokrat olamaz, laik olamaz, milliyetçi, muhafazakar olamaz, sosyalist olamaz... Aynı anda hem Hristiyan hem Müslüman olamayacağı gibi... Bilelim ki, bütün rasullerin getirdiği İslam’ın birinci ve en büyük şartı, tek olan Allah (c.c)’a iman etmek, tağutu ve beşeri sistemleri reddetmektir. Zaten bu şart, resullerin gönderilme ve kitapların indirilme gayesidir. Kul üzerine namaz, zekat, oruç, beyti hac etme ve bunlar gibi diğer ibadetlerden önce bu şartı yerine getirmek farzdır.
Tağutu ve beşeri sistem olan laikliği, demokrasiyi, kapitalizmi, sosyalizmi reddetmedikçe iman asla geçerli olmaz, hiçbir amel kabul edilmez ve kişi Müslüman sayılmaz. Buna ve yüce Allah’ın kitabı Kuran’daki tağutun reddedilmesi emrine rağmen, "Tağuta oy verip desteklememek Kuran’a aykırıdır” ve “koy verme oy ver” diyerek tağutun desteklenmesini isteyen belamlar, yüce Allah’ın kitabını çarpıtıyorlar.
İşte "La İlahe" diyen bir kişi bu belamlara değil, Allah’ın indirdiği Kuranı Kerim'e inanarak tağutu ve tağutun bu belamlarını reddeder.
Allah mealen şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz her ümmete, Allah’a ibadet edip, tağuttan kaçınsınlar diye resuller gönderdik. Onlardan kimisine Allah hidayet etti, kimisine de sapıklık hak oldu. (...)" (Nahl 36)
Bu ayet gösteriyor ki istisnasız bütün resullerin ilk görevi, ayette bildirildiği gibi, insanları Allah (c.c)’a ibadet ettirmek ve tağutlardan sakındırmaktır.
Allah (c.c) mealen şöyle buyuruyor:
“(...) Kim tağutu inkar edip Allah’a iman ederse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa tutunmuş olur. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara 256)
Bakara Suresi 256. Ayetindeki İşaretler
Allah (c.c)’ın bu ayette tağutu reddetmeyi Allah’a imandan önce zikretmesinde çok büyük ve önemli işaretler vardır. Bunlardan bazıları:
1- Tağutu red meselesinin küçük görülüp de ihmal edilmemesi gerektiğini ve tağutu reddetmenin çok önemli bir asıl olduğunu, bunun dışındaki asıl ve teferruatların ise ona bağlı olduğunu belirtmek içindir.
2- İmandan önce tağutun reddinin gerekli olduğunu bildirmek içindir. Çünkü kişi tağutu reddetmeden önce iman ederse bu iman, tağutu red ve şirki terkedinceye kadar sahibine hiçbir fayda vermez.
3- Allah (c.c)’a iman ile tağuta iman, kulun kalbinde bir an bile olsa asla bir arada bulunamaz. Çünkü birisine iman etmek, diğerine iman etmeye engeldir. Bunlardan birisine iman edilirse diğeri reddedilmiş olur. Çünkü iman ile küfür bir kalpte asla bir arada bulunmaz. Buna göre ya tağutu reddettikten sonra Allah'a iman edilir ya da tağuta iman ederek Allah (c.c) reddedilir. Tağuta iman ile Allah (c.c)’a imanın bir kulun kalbinde aynı anda bir arada bulunmasını düşünmek, bir şeyin zıddıyla birlikte aynı anda var olduğunu düşünmek demektir. Bu ise imkansız bir şeydir.
Ayetteki “urvetil vuska” (sağlam kulp) hakkında alimlerden bazıları “Sağlam kulp imandır.” derken bazıları da “sağlam kulp İslam’dır.” demişlerdir. Bazı alimler de sağlam kulpun "La İlahe İllallah" olduğunu belirtmişlerdir. Bu manaların hepsi doğrudur. Aralarında bir zıtlık yoktur.
Bu ayet gösteriyor ki, her kim Allah (c.c)’a iman ettiği halde tağutu reddetmez veya tağutu reddettiği halde Allah (c.c)’a iman etmezse sağlam kulpa tutunmamış ve La İlahe İllallah’a gerçek manada şehadet etmemiş olur.
Resulullah (s.a.s) sahih bir hadiste şöyle demiştir:
“Kim La İlahe İllallah" der ve Allah (c.c)’tan başka tapılanları reddederse malı ve kanı haram olur. Onun hesabı Allah’a aittir.” (Müslim)
Bilelim ki, tağutu reddetmediği halde "La İlahe İllallah" diyen kimse, bir şeyi zıddıyla beraber aynı anda söylemiş gibidir. Yani aynı anda bir şey hakkında "hem var hem de yok" demiş gibidir. Çünkü "La İlahe İllallah" şehadeti tağutun reddini gerektirir.
Tağutu reddetmeyen kişinin misali, sözüyle "Allah (c.c)’tan başka ibadete layık ilah yoktur" diyen, fakat aynı anda diliyle veya haliyle "Allah’la beraber ibadete layık ilah vardır" diyen kimsenin durumuna benzer.
Tağutu red ve inkar etmediği halde tevhidi kabul ettiğini söyleyen bu kimse ya cahil, ya yalancı, ya münafık ya da Allah (c.c)’ın diniyle alay eden kafir bir kimsedir. Zira bu kimse, hem Allah (c.c)’tan başka ibadete layık ilah olmadığını söylemekte hem de aynı anda tağuta kulluk etmektedir.
İşte bunun delilleri:
- "La İlahe" ile neyi reddettiğini bilmemesi ve bunun şuurunda olmaması açısından bu kişi cahildir.
- Allah (c.c)’tan başka bütün ilahları reddettiğini iddia etmekle beraber tağuta iman ve ibadet etmesi sebebiyle bu kişi tevhid üzerinde olduğu iddiasında yalancıdır.
- Bir şeyi kabul ettiğini söylemesine rağmen ona zıd olan şeyi üzerinde bulundurması itibariyle bu kişi münafıktır. Zira bu kimse diliyle muvahhid olduğunu söylediği halde tağuta ibadet küfrünü gizlemiştir.
Beşeri sistemleri tasdik edenler dilleriyle Allah’a ve ahiret gününe iman etseler bile mümin olamazlar.
Allah (c.c.) mealen buyuruyor ki:
“İnsanlardan bazıları 'Allah’a ve ahiret gününe iman ettik' diyorlar. Halbuki onlar mümin değillerdir.” (Bakara 8)
- Tağuta ibadet ettiğinden dolayı kendisine küfre girdiğine dair deliller gösterilince, La İlahe İllallah’ı söylediğini, bu sebeple müslüman olduğunu ve kafir olmadığını iddia etmesi bakımından bu kimse zındıktır.
- Allah (c.c)’ın diniyle alay etmesine gelince; kişinin, muvahhid olduğunu yüzlerce defa iddia etmesine rağmen tevhidin zıddına bir söz söylemekten veya amel işlemekten hiç çekinmemesidir. Allah (c.c)’ın şeriatıyla bundan daha büyük bir oyun olabilir mi? Allah (c.c)’ın diniyle bundan daha başka bir alay ve onu hafif görme var mıdır?
Bütün Peygamberlerin Davet Ettiği Tevhid
Bütün peygamberlerin insanları davet ettiği din, tevhid dinidir. Tevhid dini ise La İlahe İllallah Muhammedun Rasulullah’ı bilmek ve bunun gerekleriyle amel etmektir. Fakat maalesef bazı insanlar "La İlahe İllallah" ifadesinin manasını bilmemekte, onu bozacak ameller işlemekte ve bu ifadenin sadece "yaratıcı olan, rızık veren Allah (c.c)’tır" manasına geldiğini sanmaktadır. Onlar bu ifadeyi, ancak bu manayı kastederek söylerler. Oysa bu ifadeyi bu manayla söylemeleri onlara bir fayda sağlamaz ve onları muvahhid yapmaz. Çünkü, bu sözleriyle sadece "rububiyyet tevhidini" kabul etmişlerdir. Bu şekildeki bir kabulü müşrikler de yapmakta idi...
"La İlahe İllallah" ifadesinin manası, böyle cahillerin zannettikleri gibi değildir. Muvahhid olabilmek için "rububiyyet tevhidini" kabul etmekle birlikte "uluhiyyet tevhidinin" de kabul edilmesi gerekir. Uluhiyyet tevhidinin kabulü ise, bütün ibadetlerin sadece Allah (c.c)’a yapılması gerektiğine dair imanı gerekli kılar.
Bazı insanlar, La İlahe İllallah’ın gerçek manasını bilmedikleri halde dilleriyle bu ifadeyi söylerler. Fakat bu kişiler sadece bunu söylemekle Müslüman olmazlar. Çünkü onlar, La İlahe İllallah’ın gerçek manasına iman etmemişlerdir. Oysa bir meseleye inanmak için gerekli olan şartlar, o meseleyi çok iyi bilmek ve anlamaktır. Bir şeyi bilmemek ve anlamamak ise o şeye sahip olmamaya benzer.
Bazı insanlar da, La İlahe İllallah’ın manasını bildikleri halde gerekleriyle amel etmezler. Bunlar da müslüman değillerdir. Çünkü tevhidle amel etmek, şirkten uzak olmak ve Allah (c.c)’tan başka ve Allah’a rağmen itaat edilenleri hem söz hem de amelle reddetmek, tevhid şehadetinin en önemli gereklerindendir. Onlar bu gerekleri yerine getirmedikleri için kafirdirler. Tevhid, hem kalp, hem dil ve hem de amelde sağlanmalıdır. Bunlardan birisini eksik yapan kimsenin müslüman olması mümkün değildir. Tevhidi bildiği halde onun zıddına hareket eden kimse kafir olmuştur.
Bazı insanlar ise La İlahe İllallah’ı söyledikleri halde gerçek manasını hem anlamazlar, hem de akletmezler. Bu kişiler de, La İlahe İllallah’ın manasını bilmeyen cahil ve gayri müslim kişilerdir.
Tağutu Reddetmeyen Kimsenin Durumu
Buna göre, her kim La İlahe İllallah’ı söylediği halde tağutu reddetmezse, işte o kimsenin kıldığı namaz, tuttuğu oruç, yaptığı hac ve verdiği zekat gibi salih amelleri kendisine bir fayda sağlamaz. Zira, La İlahe İllallah’ı sözle söylemesine rağmen aynı anda onu bozan ameller yapmaktadır.
Tağutun her türünü reddedebilmemiz ve sadece o gayeyle yaratıldığımız halis tevhidi gerçekleştirebilmemiz için tağut kavramını ve özellikle de zamanımızın tağutlarını -her çeşidiyle- çok iyi bilmemiz gerekir.
Demek oluyor ki kişi "La İlahe" dediği zaman, yeryüzünde Allah'ın düzeniyle çatışan tüm tağuti idareler ile şeytani ve beşer uyduruğu kanunları, bir anda hatır gönül dinlemeden ve beklemeden inkar etmekte, tepelemektedir. Bu nedenle Allah’a iman etmek isteyen bir kimsenin önündeki en büyük engel tağut ve tağuti sistemlerdir. Bu büyük engel ise "La İlahe" düsturu ile devrilmektedir.
Bunun için kişi Allah’a iman etmeden önce, "La" kazmasıyla küfrün ve tağuti hükümlerin kökünü kazıyacaktır. "La İlahe" düsturu dil ucu ile telaffuz edilebilecek bir düstur değildir. Şayet böyle olsaydı Ebu Cehiller zorluk çekmeden "La İlahe" derlerdi. Amma onlar biliyorlardı ki "La İlahe" düsturu dünyaları değiştirir, putları devirir ve Allah’ın ahkamına (hükümlerine) rağmen ihdas edilmiş (konulmuş) ahkamları ayaklar altında çiğnetir...
“Tağutları tasdik etmekle birlikte Allah’a iman ettiklerini iddia edenler, iman müessesesine iftira ediyorlar. Böyleleri namaz kılarlar, hatta nafile namaz bile kılarlar. Fakat böyleleri bütün taatleriyle (namazlarıyla, haccıyla, zekatıyla, tesbihiyle vs.) gelseler, Allah’ı (Allah’ın hakimiyetini beşerin hakimiyet gücüne tercih etmedikçe) tasdik etmedikleri müddetçe Allah katında bir şey ifade etmez.” (Şerhul Emali: 44, İst. / 1014)
Fahreddin Razi (Rh.a.) şöyle der:
"Şüphesiz iman sadece tasdikten ibaret değildir. Şayet iman mutlak tasdikten ibaret olsaydı cibt ve tağuta iman edenin mümin olarak isimlendirilmesi gerekirdi" (Tefsiri kebir: 1/ 174, İst./ 1308)
Bu nedenle tağuti güçleri inkar etmeyen ve beşeri düzenleri tasdik edenler ne kadar müslüman olduklarını iddia ederlerse etsinler mümin olamazlar. Tağuta iman eden ve onun iktidarını meşru sayan bir kimse, velev ki alnını secdeden kaldırmasa, malının tamamını Allah yolunda infak etse, gündüzlerini oruçla, gecelerini ibadetle geçirse, yine Allah’a gereği gibi iman ve ibadet etmiş sayılmaz. Çünkü ibadetin kabulunün ilk şartı tevhiddir. Allah’a iman için de tağutu inkar lazımdır. Tağutu inkar tevhidin rüknüdür. Yani tağut inkar edilmeden tevhid meydana gelmez.
İslam zahire göre hüküm verir. Bundan dolayı Kelimei Şehadet'in manasını bilmeden, bunun gerektirdiği tavrı idrak etmeden bu ifadeyi telaffuz eden herkesi müslüman kabul edebilmemiz elbette mümkün değildir. Çünkü günümüzde Allah’ın hükümlerini arkaya atarak Allah’ın kanunlarına aykırı kanunlarla insanları yöneten, ”Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir, millet iradesi üzerinde hiçbir irade yoktur” diyen, demokrat olduğunu her vesileyle söyleyen, faizi, zinayı, içki ve kumarı serbest bırakarak Allah’a ve Resülune harp ilan eden, büyük şeytan Amerika ile Siyonist İsrail’i dost ve müttefik edinen yöneticiler ile Kuran’ın hükümlerine çöl kanunu, Müslümanlara gerici, yobaz, çağdışı, örümcek kafalı diyen, Müslüman kadının örtüsünü görünce kırmızı görmüş boğa gibi kuduran yöneticiler ve onlara tabi olanlar bile Kelimei Şehadet'i telaffuz etmekte ve müslüman olduklarını ileri sürmektedirler.
Kuran'daki Kavramların İçini Boşaltanlar
Belamların Kurani kavramların içini boşaltmaları sonucunda, putların önünde Ebu Cehil gibi tapınma merasimleri düzenleyen putperestler Müslüman, tağuti sistem için gecesini gündüzüne katarak çalışanlar ve insanları bu küfür dinine davet edenler mücahit, bu küfür sisteminin desteklenmesini isteyen ve İslami kavramları çarpıtan, yüce Allah’ın lanetlediği Samiri soylu belamlar alim, tağuti küfür sistemi için çalışmak ve bu küfür sistemine oy vermek ibadet ve demokratik küfür sistemini savunmak da cihad olarak algılanmıştır.
Belamlar toplumda öyle bir algı oluşturdular ve insanlar öyle köreltildiler ki, gözlerinin içine sokula sokula yapılan putlara tazim ve kutsamalar görülmez, her türlü şirk ve küfür sözleri işitilmez, tevhid dinini bozmaya yönelik saldırılar önemsenmez oldu. Oluşturulan bu bozuk algı sonucunda müşrik, münafık, fasık, mürted ve kafir sıfatlarını taşıyan herkes Müslüman olarak tanımlandı. Müşriğin şirkini, münafığın fitnesini ve kafirin küfrünü söyleyen Müslümanlar ise bu bozuk din algısına sahip olanlar tarafından suçlandı. Bu kimselere Kuran ayetlerini hatırlatmak, Resulullah (as)’dan örnek vermek hakaret kabul edildi.
Belamların tahrif ettikleri kavramlar sonucunda her türlü ahlaksızlığı, soygunu ve hırsızlığı yapanlar; gerek sözleriyle ve gerek yaşantılarıyla İslam’dan fersah fersah uzak olanlar; İslam’ın reddettiği ırkçılığı savunan şövenler; yüce Allah’ın, reddedilmedikçe iman edilmeyeceğini bildirdiği tağuta kulluk yapanlar; yüce Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmedikleri için Kuran’da kafir olarak vasıflandırılanlar; yüce Allah’ın hükmünü reddedip kendileri hüküm koymaya kalkışarak tağut olanlar; şamanizm dininin uzantısı olan tasavvufa mensup olanlar; putları kutsayan müşrikler; yüce Allah’ın iman edilmesini emrettiği resul Hz. Muhammed (as)’i dışlayıp ona düşman olanlar ve daha niceleri Müslüman olarak algılandı.
Oysa bu kimseler namaz da kılsalar, oruç da tutsalar ve hacca da gitseler, bu ifadeyi (Kelimei Şehadet) ne yazık ki sadece dilleriyle söyledikleri için Müslüman olamazlar. Yaşantı ve düşünce olarak Yahudiler, Hristiyanlar ve Mekke müşrikleri gibi yaşayan ve inanan, ancak Kelimei Tevhid'i sürekli söyleyenlerin bu söyledikleri kelime kendilerini kurtarmayacaktır.
Yahudilerin, Hristiyanların ve Mekke Müşriklerinin İmanı
Tarihe göz attığımızda görüyoruz ki Yahudiler, Hristiyanlar ve Mekke müşrikleri de Allah’ın varlığına, yüceliğine, yaratıcılığına ve tüm kainatı sevk ve idare edenin Allah olduğuna inanıyorlardı. Ancak sosyal ve siyasi alanda ilahi ölçülere uymuyorlardı. Hristiyanlar “Tanrının hakkı Tanrı'ya, Sezar’ın hakkı Sezar’a” anlayışına sahiptiler. Yani, "Yaratma Allah’ın hakkı, yönetme Sezar’ın, kralların hakkıdır" inancına sahip oldukları, din adamlarının söyledikleri şeyleri sorgulamadan onlara tabi oldukları ve peygamberlerini insan üstü görüp aşırı yücelttikleri için müşrik olmuşlardı. Allah’a ait sıfatları yaratılmışlara verdikleri için kafir olmuşlardı... Yahudiler Allah’ın hükmüyle hükmetmedikleri, peygamberlerini aşağıladıkları ve kitaba uymak yerine yaptıklarını kitabına uydurdukları için kafir olmuşlardı. Mekke müşrikleri ise Allah’a ait olan hakimiyet hakkını Darun Nedve’ye verdikleri için müşrik olmuşlardı. Kuran’ın bildirdiği üzere Mekke müşrikleri namaz kılan, kurban kesip infak eden, yüce Allah’a yaklaşmak için aracılar edinen, Hz. İbrahim (as)’in kendi peygamberleri olduğunu söyleyen, hacca giden, haclarının Allah tarafından kabul edilmesi için çıplak tavaf eden ve gelen hacılara günlerce yemek ve su veren kimselerdi. Ancak onlar aynı zamanda Lat, Menat ve Uzza gibi tarihte yaşamış salih kişileri Allah’a yaklaşmak için aracı kılıyorlardı. Tıpkı günümüzde bazı insanların Allah’a yaklaşmak için şeyhlerini ve evliya kabul ettikleri kişileri aracı kıldıkları gibi...
Nitekim günümüzde kendilerini bir şekilde İslam’a nispet eden ve isminden başka hiçbir şeyi kalmamış sözde Müslümanlar, Kelimei Tevhid’in anlamına, Allah’ın varlığına ve birliğine sadece sözle inanmakta; kafirliği ise sadece Allah’ı inkar etmek şeklinde anlamaktadır. Bu kişiler, gökyüzündeki işleri Allah’a havale ederken yeryüzündeki işleri de politikacılara havale ederek söyledikleri Kelimei Tevhid'in zıddı bir tavır içine girmektedirler.
Yaratıcı Olarak Allah'ı, Yönetici Olarak Politikacıları Kabul Etmek
Günümüzde insanların çoğu yaratıcı olarak Allah’ı, yönetici olarak da politikacıları kabul etmekte ve bundan dolayı şirke düşmektedirlerdir. Oysa Allah hem yerde hem de gökte tektir ve söz sahibidir. Yaratmak Allah’a aitse yönetmek de O’na aittir. Çünkü hüküm ancak Allah’ındır. Kelimei Tevhid'i diliyle söylediği halde şeytanın temsilcisi olan beşeri sistemleri kabul etmek, sevmek, benimsemek, bu sistemlerin ayakta kalması için destek olmak ve yaşamı bu sistemlerin koyduğu kurallara göre düzenlemek de şirk olduğundan bu fiilleri işleyenler, yüce Allah’a isyan ederek şirke ve küfre girmişlerdir.
Hangi gerekçe ile olursa olsun, beşeri sistemlerin iyi olduğunu ya da iyi olabileceğini düşünmek, söylemek ve bu sistemlere destek olmak; tevhidi esasları inkar etmek, İslam’ı benimsememek, küçük görmek ve en önemlisi de yüce Allah’ın insanlar için iyi bir sistem indirmediğini ve insan ürünü sistemlerin daha iyi olduğunu kabul etmektir, ki bu açıkça şirktir. Kişi, tüm namazlarını tam vaktinde ve eksiksiz kılsa, her yıl hacca gitse, orucunu düzenli olarak tutsa, bunun yanında nafile oruç tutsa ve nafile namaz kılsa, infak ve sadakalarını herkesten çok verse, malını yoksullara dağıtsa, hayır kurumları, okullar, hastaneler, sebiller yapsa bile beşeri sistemleri desteklediği ve demokrasinin en iyi yönetim biçimi, en iyi sistem olduğunu düşünüp söylediği sürece apaçık bir şekilde şirke düşmüş, kafir olmuştur ve bu kişinin yaptığı tüm salih ameller boşa çıkmış, zayi olmuştur.
Kelimei Şehadet sihirli bir söz veya büyülü bir kelime değildir ki, bu sözü söyleyen kimseyi kendiliğinden mümin yapabilsin! Oysa büyüden ve sihirden münezzeh olan Kelimei Şehadet'in, insanların inançlarına, yaşantılarına ve fiillerine müdahale eden yüce bir anlamı vardır. Netice olarak Kelimei Şehadet'i bu yüce anlamıyla kabul ve tasdik eden bir insan kurtuluş yolcusu bir müslüman olabilmektedir.
Bundan dolayı demokrasi, laiklik, Kemalizm, sosyalizm, kapitalizm gibi tağuti ve beşeri düzenler, beşeri güçler, şeytani kanunlar; bidat ve hurafeler, İslam’a aykırı gelenek, görenek, örf ve adetler, cahili değer yargıları; insanları saptıran şeyh, evliya, futbol, sanatçı, moda ve konforizm; insanları Allah adına saptıran belamlar, servetiyle ve elindeki imkanlarıyla küfrün hakimiyetini devam ettiren Karunlar ve elindeki askeri gücüyle tağuti sistemleri koruyan Hamanlar "La" ile inkar edilmeden “ikrar“ meydana gelmez.
Bilelim ki bütün peygamberler zamanlarındaki kurulu düzenlere önce "La" diyerek işe başlamışlardır.
Bu kelime ne anlam ifade ediyordu ki bütün peygamberler bundan dolayı işkence görüyor, zulme uğruyor ve yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalıyordu?
"La İlahe İlla Allah" demekle;
- "Yaratan, yaşatan, öldüren, tüm kainatı kendisine boyun eğdiren, her şeye gücü yeten, insanların hayatını düzene koyan, hükmü ve hakimiyeti elinde bulunduran, kayıtsız ve şartsız itaat edilen, darda kalındığında yardım istenilen, şefaat etme yetkisine sahip olan, kendisine dua edilen ve dualara icabet eden, ceza ve mükafat verme yetkisine sahip olan, insanların ihtiyaçlarını gideren, sıkıntılı anlarında kullarının sığınacağı, kullarına yardım edecek, korkulmaya layık olan tek merci Allah’tır." demiş oluyorlardı...
- "La; nefsin emirlerine ve tutkularına, Allah’tan başkalarının Allah’a rağmen koydukları kurallara ve kanunlara, kaidelere ve ilkelere, helal ve haram sınırları çizenlere, Allah’tan başka dua edilen, medet umulan herkese ve her şeye hayır!" demiş oluyorlardı...
- "Her şey O’na göre olacaktır. Allah’ın helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Haram ve helal tayin etme yetkisi ancak Allah’ındır." demiş oluyorlardı...
Günümüz şartlarında "La İlahe İlla Allah" diyen kişi de;
- "La TBMM’ye ve orada görev yapan parlamenterlere! Kuran’a muhalif çıkardıkları kanunlara ve kararlara hayır! "La" diyorum... Allah’ın yarattığı bir kul olan, ancak insanlar üzerinde hükümranlık iddia eden, insanları arzu ve heveslerine göre yöneten sahte ilah ve rableri kabul etmiyorum. Allah’tan başka kainat nizamını elinde bulunduran bir başka otorite tanımıyorum. İnsanı Allah’a kulluktan uzaklaştıran makam, mevki ve ideolojilerin hepsine birden "la" diyor; kalbimi, düşüncemi, ruhumu ve bedenimi İlla Allah diyerek sadece Allah’ın emrine veriyorum!" demiş oluyor...
- "İlla Allah; devlet O’na göre, siyaset O’na göre, ekonomi O’na göre, evlenme ve boşanma O’na göre, suçlara ait cezalar O’na göre, dost ve düşman O’na göre, sevgi ve nefret O’na göre, itaat ve isyan O’na göre, yeme ve içme O’na göre, harcama O’na göre olmalıdır..." demiş oluyor...
Allah'tan başka kanun koyucu, peygamberden başka öncü, Kuran'dan başka ölçü kabul edenler ve Allah’tan başkalarının kanun, kural, kaide ve ölçülerini hayatı düzenlemede uyulması gerekli esas olarak görenler tağuta kul olmuş, onu ilah ve rab olarak kabul etmiş olurlar. Allah’ın kitabını dikkate almadan yasa çıkaranlar ve bunu uygulayanlar tağuttur. Meşru ve meşru olmayanı tespit etmek Allah’a aittir. İşte bu yetkiyi kim kendinde görürse o tağuttur. Yönetici kadrolar kafirlerden, şirk koşanlardan oluşuyorsa oradaki sistem tağuti sistem olmuş demektir.
Tağuti sistemler, Allah’ın hükümleri olan Kuran’ın hayata hükmetmesine karşı olan, yönetimde şer’i kuralları dikkate almayan laik ve demokrat sistemlerdir; bunların yöneticileri de tağuttur. İslami olmayan, Allah’ın hükmünü esas almayan bir sistem ve onun siyasi organizasyonları bize özgürlükler de tanısa, yollarımızı altından da yapsa, bizleri saraylarda da yaşatsa, sağlıkta, eğitimde ve her alanda gereken hizmeti fazlasıyla da verse; laik bir devlette yönetici olanlar tağuttur, imanın gereği olarak da tağutu reddetmek şarttır.
Tek ilahtan başka kulluk edilecek başka bir ilah yoktur. O tek olan ilah da, şeriki olmayan yüce Allah’tır. Çünkü ibadete layık olan, ancak O’dur. Bu ifadenin (Kelimei Tevhid) gereği, Allah’ın (c.c.) dışındaki bütün sahte ilahları reddetmektir. Zira Allah (c.c.) dışındaki mabutların ilahlık iddiası batıldır. Çünkü O’ndan başka bir şey ibadete (dua edilmeye, emir ve yasak koymaya, nizam tespit etmeye) layık değildir. Uluhiyetin başkaları için reddedilmesi, ilahlığı sadece ortağı olmayan Allah’a (c.c.) ait kılmayı ve O’nun yanında ikinci bir ilah edinmemeyi gerektirir.
Allah (c.c.) mealen şöyle buyuruyor:
“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi şirk (ortak) koşmayın (...)” (Nisa 36)
“(...) Kim tağutu inkar edip Allah’a iman ederse, muhakkak kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa (La İlahe İllallah’a) yapışmış olur. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara 256)
“(...) Biz her ümmete, yalnız Allah’a kulluk etmeleri ve tağuttan da sakınmaları için Rasul gönderdik.(...)” (Nahl 36)
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
“Kim La İlahe İllallah der ve Allah’tan başka tapınılanları reddederse malı ve kanı haram olur...” (Müslim, İman: 8)
Bütün resullerin kavimlerini davet ettikleri söz şudur:
“ (...) Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur (...)” (Araf 59 Meali)
İbni Receb (Allah ona rahmet eylesin) şöyle demiştir:
“İlah; yüceliğiyle, aşk ve muhabbetiyle, korku ve ümidiyle kendisine güvenilen, tevekkül edilip dayanılarak kendisinden istenilen, kendisine dua ve yakarışta bulunulan ve itaat edilip isyan edilmeyendir. Tüm bunlar ancak aziz ve celil olan yüce Allah’a yaraşır.”
İşte bu sebeple Resulullah (s.a.v.) Kureyş müşriklerine “La İlahe İllallah” deyiniz, dediğinde müşriklerin cevabı: “İlahları tek bir ilah mı kıldı? Gerçekten bu çok acaip bir şey” (Sad 5 Meali) olmuştur.
Kelimei Şehadet’in genel manası, Allah’ın (c.c.) dışında ibadet edilenleri reddeder ve batıl kılar. Yani tağutu red ve Allah’a (c.c.) iman etmeyi gerektirir. Tağutu reddetmek, Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına ters düşen emirlerde bulunan kişi ve kurumlar ile hevayı ve şeytanı reddetmektir. La İlahe İllallah'ın manasıyla birlikte gereğini de yerine getirmek, ibadette Allah’ı (c.c.) birleyerek O’na benzer tutulanları terketmektir.
Kul “La İlahe İllallah” dediğinde; ibadette Allah’ı (c.c.) birlediğini ve Allah’tan (c.c.) başkalarına -putlara, kabirlere, evliyalara ve salihlere- ibadet etmenin batıl olduğunu ilan eder. La İlahe İllallah'ın gereği, Allah’tan (c.c.) başka ibadete layık ilah olmadığını, yaratıcı, kudret sahibi ve her şeye kadir olanın Allah (c.c.) olduğunu kabul etmek ve Allah’tan (c.c.) başka hiç kimsenin hakimiyet hakkı olmadığına inanmaktır. Çünkü hakimiyet yalnız Allah’a (c.c.) aittir. Kim, La İlahe İllallah'ı bu şekilde inanarak açıklarsa mutlak olarak tevhidin hakkını vermiş olur.
Allah’a (c.c.) yaklaşmak için ölülere kurban kesenler, türbelere yardımda bulunanlar, kabirlerin etrafını tavaf edenler ve adak adayanlar, Allah’ın (c.c.) yaratıcı ve her şeyin sahibi olduğuna inansalar bile, ilk Arap müşrikleri gibi Allah’a (c.c.) şirk koşmuş olurlar. Mekke müşrikleri kabirlere ve putlara tapmadıklarını söylüyorlar, fakat uygulamada aksini yapıyorlardı. Onlar, yaratıcı ve rızık verici olduklarına inanmadıkları halde, sırf kendilerini Allah’a (c.c.) daha çok yaklaştırsınlar diye salih olduğuna inandıkları bazı kişilere ibadet ediyorlardı.
Hakimiyet, La İlahe İllallah'ın gerçek manasının tamamını değil, sadece bir cüzünü oluşturur. Çünkü ibadette şirk koşan bir kimsenin, şeriatın hükmünü kabul etmesinin bir faydası yoktur. Şayet La İlahe İllallah'ın manası onların zannettiği gibi olsaydı, Resulullah (s.a.v.) ile müşrikler arasında herhangi bir mücadele olmazdı ve onlar da Resulullah’a (s.a.v.) bağlanırlardı. Böyle bir durumda Resulullah (s.a.v.) onlara “Allah’ın varlığını ve her şeye kadir olduğunu tasdik edin ve hukuki meselelerde de şeriatın hükmüne tabi olun” deyip, onları ibadetlerinde serbest bırakırdı. Böylece onlar da Allah Resulü’ne tabi olurlardı. Fakat onlar, Arap lisanının ehli bir kavim oldukları için La İlahe İllallah'ın putlara tapmayı reddettiğini ve sadece lafzi bir mana taşımadığını anlıyorlardı. Bundan dolayıdır ki bu kelimeden nefret ederek uzaklaştılar ve şöyle dediler: “İlahları tek bir ilah mı kıldı? Şüphesiz bu çok acaip bir şey” (Sad 5 Meali)
Allah (c.c.) onları mealen şöyle vasfediyor:
“Onlara 'La İlahe İllallah' denildiği zaman kibirlenirlerdi ve 'mecnun bir şair için ilahlarımızı mı terk edeceğiz' derlerdi.” (Saffat 35-36)
Onlar La İlahe İllallah'ın, Allah’ın (c.c.) dışında ibadet edilen her şeyi reddetme ve ibadette sadece Allah’ı (c.c.) birleme manasına geldiğini çok iyi biliyorlardı. Şayet müşrikler “La İlahe İllallah” dedikleri halde putlara ibadet etmeye devam etselerdi, kendi içlerinde çelişkiye düşerek bundan rahatsız olurlardı.
Günümüzde kabirlere ibadet edenler, bu şiddetli çelişkiden hiç rahatsız olmuyorlar ve onlar “La İlahe İllallah” demelerine rağmen bir çok ibadeti ölülere yapmaya devam ediyorlar. Ebu Cehil ve Ebu Leheb, bu ifadenin manasını günümüzde kabirlere ibadet edenlerden çok daha iyi biliyorlardı... Onların bile eli kurudu!
Sonuç olarak:
- Kim bu ifadeyi manasını bilerek söyler ve gereğiyle amel edip açık ve gizli şirkten kaçınırsa ve ibadeti tam bir itikatla yalnız Allah’a (c.c.) has kılıp bununla amel ederse, işte o gerçek bir mümindir.
- Kim “La İlahe İllallah” diyerek inanmadığı halde zahiren amel ederse, o da münafıktır.
- Kim bu ifadeyi diliyle söyler fakat onu bozacak amellerden birini işler ve Allah’a (c.c.) şirk koşarsa, o da müşriktir.
“La İlahe İllallah” ifadesinden kastedilen; bu ifadenin manasını bilip, bu mananın gerektirdiği şekilde Allah’a (c.c.) ibadet etmektir. İbadet, muamelat ve bütün meselelerde Allah’ın (c.c.) hükümlerini kabul edip beşeri kanunları reddetmek, insan ve cin şeytanlarının revaca çıkardığı bütün hurafeleri ve bidatleri ortadan kaldırmak bu kelimenin ameli gereklerindendir.
Allah (c.c.) mealen şöyle buyuruyor:
“Yoksa onların dinden Allah’ın izin vermediği bir şeyi kendileri için din gösteren ortakları mı vardır? (...)” (Şura 21)
“(...) Eğer siz onlara itaat ederseniz, muhakkak ki müşrikler olursunuz.” (Enam 121)
“Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryemoğlu Mesih’i Rabler edindiler. (...)” (Tevbe 31)
Nebi (s.a.v.) bu ayeti kerimeyi (Tevbe 31) okudu. Bunun üzerine Adiyy b. Hatem Resulullah’a (s.a.v.) dedi ki: “Muhakkak onlar, onlara ibadet etmiyorlar ki."
Resulullah (s.a.v.): “Onlar Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram, haram kıldığı bir şeyi helal kıldıkları zaman onlara itaat etmiyorlar mı?” dedi.
Adiyy b. Hatim: “Evet” deyince,
Resulullah (s.a.v.): “İşte böylece onlara ibadet ediyorlar.” buyurdu. (Tirmizi, Tefsir: 10; Taberi: 14/210 (61632-61634); Suyuti, Durrul-Mensur: 3/230; Beyhaki, Sünenül-Kübra)
Şeyh Abdurrahman b. Hasan dedi ki:
“Allah’tan başkalarına itaat etmekle alimlerini rabler edindiler. Aynı olaylar bu ümmetin içinde de vuku bulmaktadır. Bu ise en büyük şirk olup, La ilahe illallah'ın manasını ortadan kaldırır.”
Beşeri Kanunlarla Muhakeme Olma Konusu
Bu ifadeyi (Kelimei Tevhid) söyleyen bir kimsenin beşeri kanunlarla muhakeme olmayı da reddetmesi gerekir. Çünkü sadece Allah’ın kitabıyla hükmolunmak, onun dışında kalan beşeri sistemleri terketmek vaciptir.
Allah mealen (c.c.) şöyle buyuruyor:
“(...) Eğer bir şeyde ihtilafa düşerseniz onu Allah’a ve Rasulü’ne götürün (...)” (Nisa 59)
“Herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz, onun hakkında hüküm vermek hakkı Allah’ındır. İşte benim Rabbim olan Allah O’dur (...)” (Şura 10)
Allah (c.c.) kendi indirdiği şeriatla hükmetmeyenler hakkında kafir, fasık ve zalim diye hüküm vermiştir. (bkz. Maide 44-45, 47) Allah’ın (c.c.) indirdiğinin dışında hüküm veren kişide iman yoktur.
“La İlahe İllallah” müslümanların yaşamlarının her yönüne hakim olması gereken bir hayat nizamıdır.
Bazılarının zannettikleri gibi, manasını anlamadan ve gereğiyle amel etmeden, sadece sabah ve akşam virdlerinde bereket için tekrar edilen bir söyleyişten ibaret değildir.
La İlahe İllallah'ın gereklerine bağlılık, Allahu Teala’nın isim ve sıfatlarına, Allah (c.c.) ve Resulü'nün (s.a.v.) bildirdiği şekilde iman etmeyi gerektirir.
İşte bu bilinçle Kelimei Tevhid'i söyleyenler müslümandır. Bundan dolayı bizleri Müslümanlardan kılan Allah’a hamd olsun.
Nureddin ÖZDEMİR
Ayrıca, Akide Serisi'nden "Tuğyan Nedir? Tuğyanın Nedenleri Nelerdir?" yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.