(bkz. "Seyyid Kutub - Fi Zılalil Kuran - Maide Suresi Tefsiri 44-45" başlıklı içerik)
Sonra ayeti kerime, Tevrattan sonra bu umumi hükmün atıldığını beyan ediyor:
Maide 46- Arkadan da O Peygamberlerin izleri üzere Meryem oğlu İsa'yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayarak gönderdik. Ona yol gösterici, aydınlatıcı olan ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i müttakilere öğüt ve yol gösterici olarak indirdik.
Maide 47- İncil sahipleri Allah'ın onda indirdikleri ile hükmetsinler. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fasık olanlardır.
Allahü zülcelal, Meryem oğlu İsa'ya idari bir şeriat ve hayat nizamı olması için İncil'i verdi. Aslında İncil, Tevrat'taki ahkamın küçük değişikliğinden başka yeni bir şeriat getirmemiştir. Daha önce gelmiş bulunan Tevrat'ı tasdik edici olarak gelmiş ve bu küçük değişikliklerin dışında kalan noktalarda Tevrat'ın getirdiği şeriata dayanmıştır. Allah, İncil'i yol gösterici, nurlandırıcı ve öğüt olarak göndermiştir... Fakat kime? "Müttakilere"... Müttakiler; Allah'ın kitablarında nur, hidayet ve öğüt bulan kimselerdir. Bu kitablardaki nur ve hidayete kalbleri açılan kimselerdir... Fakat katılaşmış, donmuş, taşlaşmış kalblere öğüt girmez... Kelimelerin ifade ettiği manalar, oraya sığmaz... Serdedilen (ileri sürmek) prensiplerin ruhu oraya ulaşamaz... Böyle kalbler, akidenin tadını bilmezler... Bu hidayet, bu nur onlara fayda vermez; zaten bunları bilmez ve kabul etmezler...
Nur, her zaman mevcuttur; fakat açık bir basiret sahibinden başkası onu göremez... Hidayet her an varlığını devam ettirmektedir; fakat yüce ve şerefli ruhlardan başkası onu hissedemez... Öğüt, daima hazırdır; fakat şuurlu ve anlayışlı kalblerden başkası onu bulup idrak edemez...
Allah İncil'i, hidayet, nur ve müttakiler için öğüt olarak göndermiştir. Aynı zamanda onu, İncil'e inananlar için idari bir şeriat ve bir hayat nizamı olarak vaz etmiştir (koymak, tayin etmek). Yani İncil, sadece kendisine inananların şeriatıdır. Bütün beşeriyete şamil (kapsamak) umumi bir risalet değildir.
Bu meselede Tevrat'ın durumu da aynıdır. Hatta son dinden önce gelen her kitabın, her Resulün ve her risaletin durumu da aynıdır. Fakat Kuran'ın şeriatına uyan daha önceki kitabların şeriatı, aynen Kuran'ın da şeriatıdır... Kısas meselesinde buna bir nebze temas edilmişti.
Öyleyse İncil'e inananlar da, bu kitabın Tevrat'tan naklederek tasdik ettiği şeriata göre hükmedilmelerini istemeleri icab eder:
"İncil sahipleri, Allah'ın onda indirdikleri ile hükmetsinler..."
Kaide, sadece Allah'ın indirdikleri ile hükmetmektir, başkasının değil... Hristiyanlar ve Yahudiler İslam'dan önce Tevrat ve İncil'in esaslarına bağlanmadıkça, ve İslam'dan sonra da Allah'tan kendilerine indirilen ahkama itaat etmedikçe hiçbir şey üzerinde değildirler... Aslında bu kitabların hepsi, aynı şeriatı ifade eder. Ve o insanlar, bunlara tabi olmak zorundadırlar. Allah'ın son şeriatı, dayanılacak yegane şeriattır:
"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fasık olanlardır."
Ayet burada da, mutlak ve umumi olarak serdediliyor. Fısk sıfatı, daha önce geçen küfür ve zulüm sıfatlarına (bkz. Maide 44-45) ilave ediliyor. Bu; ilk hallerden ayrı yeni bir şeyi ve başka milleti kasdetmiyor. Ancak öncekilere ilave edilen üçüncü bir sıfattır. Herhangi bir nesil veya toplumda Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenlere ilişik sıfatlar...
Allah'ın uluhiyetini reddetmek suretiyle küfür, burada O'nun şeriatını reddetmek şeklinde temsil edilmiştir. Allah'ın şeriatından başka bir yolu insanlara teklif etmek ve hayatlarında fesadı yaygınlaştırmakla da, zulüm ifade edilmiş; Allah'ın nizamından çıkmak ve başka yollara tabi olmakla fısk dile getirilmiştir... Bunlar birbirine bağlı sıfatlardır. İlk fiil, bunların hepsini tazammun eder (kapsama) ve faile (işleyen kimse), bütün bu sıfatlar verilir...
*****
Ve nihayet son risalet ve son şeriat mevzuu ele alınıyor... "İslam" nihai şekliyle en son risalettir... Bütün beşeriyetin dini, bütün insanlığın şeriatı, kendinden önce gelen bütün dinlerin şahidi ve son mercii ve beşeri hayatın değişmez nizamı olması için Allah tarafından gönderilen bir risalettir... Ta ki insanlar yeryüzüne ve üzerindekilere varis olsunlar... Bir nizam ki, bütün yönleriyle hayat ona dayanır... Bir şeriat ki; hayat onun hudutları dahilinde devam eder ve mihverinden (esas, öz) dışarı çıkmaz... İtikadi tasavvurunu, içtimai (sosyal) nizamını, ferdi ve içtimai gidişatını ondan öğrenir. Bu nizam, hükmolunması için gönderilmiştir, tanınması ve öğrenilmesi için değil... Kitaplarda mahfuz (saklı) bir kültür hazinesi olması için hiç değil! O, tam bir dikkatle kendisine uyulsun diye gönderilmiştir; onun hiçbir noktası terkedilmez, hayatın büyük veya küçük herhangi bir meselesi hakkında koymuş olduğu hüküm katiyen değiştirilemez... Ya bu, ya cahiliyet! Ortası yoktur bu işin... Dinde kolaylık göstermek suretiyle insanlar arasını cem etmeye çalıştığını söyleyen insanın hiçbir dayanağı yoktur... Allah dileseydi, bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Ancak Allah, şeriatının hükmolunmasını istiyor; sonra meseleler, varacağı yere varır:
*****
Kuran'ın Verdiği Hüküm
Maide 48- Sana da kendinden önceki kitabları tasdik edici ve onlara şahid olan Hak Kuran'ı indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre onların heveslerine uyma! Her biriniz için bir şeriat, bir yol tayin ettik; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirecektir.
Maide 49- O halde, Allah'ın indirdiği kitab ile aralarında hükmet, Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın. Heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.
Maide 50- Cahiliyet hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır?
İnsan; ifadedeki bu berraklık, takrirdeki (anlatım) bu kesinlik, bazı durumlarda bu şeriatın küçük bir noktasını dahi terketme fikrini akıldan çıkarmak hususundaki bu ihtiyat karşısında donup kalıyor... Evet, insan, eli havada kalıveriyor... Öyleyse müslüman olduğunu iddia eden bir insan, şartların değişikliği iddiasıyla bütün şeriatı nasıl terkedebilir? Allah'ın şeriatını bütünüyle terkettikten sonra müslümanlık iddiasını nasıl devam ettirebilir? Nasıl olur da bu adamlar, kendilerini "Müslüman" diye isimlendirebilirler? Çünkü onlar, İslam'ın murakabesinden (denetim) uzaklaşmışlar... İlahi şeriattan her sahada ayrılmışlar... Uluhiyetin sadece Allah'a ait olduğunu kabul etmemişler... Her türlü şart ve ahvalde bu şeriatın selahiyetini (yetki), tatbikinin zaruretini reddettikleri gibi. Allah'ın uluhiyetini de reddetmişler...
"Sana hak kitabı indirdik..."
Buradaki hak kelimesi uluhiyet noktasından, kanun vaz etme (koymak, tayin etmek) ve şeriat indirme hakkına sahip olma noktasından ele alınıyor... Hak Kuran'ın muhtevasında akide ve şeriatın herhangi bir meselesinde, hikaye edilen haberlerde ve serdedilen (öne sürmek) prensiplerde varlığını daima göstermektedir.
"Kendinden önceki kitapları tasdik edici ve onlara şahid olan..."
İşte son şekliyle Allah'ın dini... Hayatın, insanların ve hayat nizamlarının son mercii...
Bundan dolayıdır ki, her türlü ihtilafın bu kitaba havale edilip halledilmesi lazım. Bu ihtilaf ister semavi dinlere mensup olanlar arasında meydana gelen itikadi tasavvurda olsun, ister son nizamı getiren bu kitabın şeriatı hakkında olsun, ve ister bizzat müslümanlar arasında olsun... Bütün hayat meselelerinde başvurulacak yegane merci, bu kitaptır... Bu son mercie istinad etmedikçe (dayanmak), insanların ileri sürecekleri fikirlerin hiçbir kıymeti yoktur.
Bu hakikate, zaruri gerekçeler de ilave ediliyor:
"Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre onların heveslerine uyma!"
Emir; hüküm için kendisine başvuran kitap ehline ait meselede adaletle hükmetmesi için önce Resulullaha tevcih edilmiştir (yöneltme, hitap etme). Fakat bu hüküm, sadece bu meseleye mahsus değildir, bilakis umumidir... Kıyamete kadar geçerlidir... Bu son mercideki herhangi bir hükmü değiştirecek yeni bir risalet gönderilmeyeceği gibi, yeni bir peygamber de gelmeyecektir!
Bu din, kemale ermiştir. Allah'ın müslümanlara olan nimeti, bununla tamamlanmıştır. Allah, bütün insanlar için hayat nizamı olarak onu beğenmiştir. Artık onun herhangi bir noktasını tadil veya tebdile (değişiklik) imkan yoktur. Onun hükmünü terkedip başka bir hükmü almak, onun şeriatını terkedip başka bir şeriata bağlanmak selahiyeti (yetki), hiç kimsede mevcut değildir. Allah onu, insanlar için seçerken bütün insanları içine alacağını biliyordu. Onu son merci olarak beğenirken bütün insanların hayrını tahakkuk ettireceğini (gerçekleşmek), kıyamet gününe kadar bütün insanların hayatını tanzim edebileceğini biliyordu. Bu nizamdan tamamen vazgeçmeyi bir tarafa bırakın, onun herhangi bir noktasını değiştirmek, bizzarure (zaruri olarak) bu bilgiyi inkara varır. Bu ise, insanı dinden çıkarır... İsterse dili ile binlerce defa müslüman olduğunu söylesin...
Allah; birçok mazeretler ileri sürülebileceğini, Allah'ın indirdiği hükümleri değiştirmek ve insanların heveslerine tabi olmak için birçok sebepler ortaya atılabileceğini şüphesiz biliyordu. Hiçbir değişikliğe uğratmadan Allah'ın indirdiği ile hükmetmenin zarureti hakkında birçok çıkar yollar aranacağını da biliyordu... İşte bunun içindir ki Allah, bu ayetlerde iki defa, hükmettiği insanların heveslerine uymaktan Peygamberini sakındırıyor. Allah'ın, kendisine indirdiği hükümlerin bazısından, kendisi için fitne çıkarmalarından sakındırıp uyarıyor...
Böyle bir durumda insana tesir eden ilk amil (etken) şudur: Çeşitli sınıflarla, bir beldede toplanan prensip ve akideler arasında kalbleri telif etmek (uzlaştırma) hususundaki gizli beşeri arzu... Bir kısmı şeriat ahkamı ile çatışsa dahi, insanların bazı arzularının devam etmesi, şeriatın esasından addolunmayan basit meselelerde kolaylaştırmaya meyledilmesi...
Yüce Allah, bu meseleyi kesin bir hükme bağlamayı, bazı şartlar nazarı itibara alınarak ve hatta arzu ve hevesler farklı olduğu zaman kalbleri telif etmek için hükümleri kolaylaştırmak hususunda duyulan gizli beşeri arzunun önünü kesmeyi murad etti.
Şayet Allah dileseydi, bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Fakat O, her millet için bir yol ve nizam vaz etti (koyma, belirleme). Onları verdiği din ve şeriatla tecrübe ediyor. Onların her biri kendi yoluna gider. Sonra hepsi Allah'a dönecekler. Allah da onlara hakikati haber verecek; ittihaz ettikleri (kabul etme) nizama karşı onları muhasebe edecek. Öyleyse muhtelif unsurları birleştirmek için şeriatı kolaylaştırmak fikrini akla getirmek bile caiz değildir... Çünkü onlar, birleşmezler:
"Her biriniz için bir şeriat, bir yol tayin ettik; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı. Fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirecektir."
Böylece Allah, şeytanın girebileceği bütün kapıları kapatıyor. Bilhassa safları birleştirmek, kalbleri telif etmek bir hayra vesile olmak için Allah'ın şeriatını kolaylaştırmak ve böylece herkesi memnun etmek düşüncesiyle şeytana açık kapı bırakmamayı istiyor.
Allah'ın şeriatı bakidir, olmaması takdir edilen şeylere karşı, onun bütün kapıları kapalıdır... İnsanlar, mahlukturlar... Her birinin istidadı (yetenek, yatkınlık), meşrebi (karakter, davranış biçimi), metodu, gidişatı ayrı ayrıdır. Allah, ilahi bir hikmetten dolayı onları böyle farklı yaratmıştır... Ama onlara hidayeti arzetmiştir ve hidayette daim olmalarını istemiştir. Bu hal, Allah'a vardıkları zaman karşılaşacakları ceza ve mükafat hususunda kendileri için bir imtihandır.
Öyleyse bir insanın, Allah'ın şeriatı veya başka bir ifade ile beşeri hayatın felahı (kurtuluş, mutluluk) için onları birleştirmeye çalıştığını ileri sürmesi, batıl bir sebep ve yetersiz bir delildir. Allah'ın şeriatından dönmek veya onu tadil etmek (değiştirmek); yeryüzünde fesattan, o yegane sağlam nizamdan inhiraftan (sapma, dönme), beşer hayatında adaletin sönmesinden, insanların birbirlerine kul olmalarından, Allah'ı bırakıp, birbirlerini ilah ittihaz (kabul) etmelerinden başka bir şeye yol açmaz... Bu ise, büyük bir kötülük ve büyük bir fesattır... Basit bir düşünce ile, bu işin irtikabı doğru değildir. Çünkü o, beşer tabiatında Allah'ın takdir ettiği şeyin tamamen aksidir... Allah'ın takdir ettiği kanun ve nizamların, prensip ve meşreplerin ihtilafındaki hikmete aykırıdır... Allah, mahlukatın halikıdır (yaratan)... Mahlukat arasındaki emirlerin ilk ve son sahibidir... Dönüş O'nadır.
Allah'ın şeriatından herhangi bir şeyi, böyle bir gaye ile kolaylaştırma düşüncesi, zayıf ve basit bir düşüncedir. O'nun, pratik hayattan hiçbir gerekçesi yoktur. Allah'ın iradesine dayandığı gibi, müslüman hissi de onu kabul etmez. Çünkü müslüman, Allah'ın iradesini gerçekleştirmekten başka bir gaye gütmez, şu halde "Turistleri kaybetmemek için Allah'ın şeriatını uygulamamak gerekir" diyenlere nasıl "müslüman" adı verebilirler?
Vallahi işte böyle diyorlar!
Ayet, tekrar aynı hakikati teyid ediyor ve onu daha çok vuzuha (açıklık) kavuşturuyor:
"Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma!"
Yani, Allah'ın şeriatını terkedip onların heveslerine uymaktan menediliyor. Şimdi de Allah'ın indirdiği şeylerin bazısından kendisini vazgeçirmeleri hususunda, Peygamberin sakınması emrediliyor:
"O halde Allah'ın indirdiği kitab ile aralarında hükmet. Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın."
Buradaki sakındırma, daha ince ve daha kuvvetlidir. Bu ayet, meseleyi olduğu gibi tasvir etmektedir. Bu mesele, sakınılması lazım gelen bir fitne meselesidir.
Sonra ayet, tehlikeleri araştırmaya devam ediyor ve küçük meselelerde dahi tam bir şekilde bu şeriata sarılmaz, onların hayranlığını kazanmazsa, işlerin daha çok bozulacağından Resulullahı sakındırıyor. Bir defada yüz çevirirler, Allah'ın şeriatı ile hükmolunmaktan sarfı nazar ederlerse, artık din olarak İslam'ı kabul etmiyorlar demektir.
"Eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah, bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar."
Yani Rabbimiz Resulullaha adeta şunları ifade ediyor:
Yüz çevirirlerse, senin elinden bir şey gelmez. Bu, Allah'ın hüküm ve şeriatına tam bir şekilde sarılmaktan seni fitneye düşürmesin. Onların yüz çevirmeleri, senin gücünü kırmasın ve durumunu değiştirmesin... Onlar, bir kısım günahları yüzünden Allah'ın kendilerini cezalandırması için yüz çeviriyorlar... Bu yüz çevirmenin kötü neticesini bizzat kendileri görecekler... Ne sen, ne Allah'ın din ve şeriatı, ne de o dine sarılan müslümanlar bundan zarar görmeyecekler... Sonra bu, beşerin değişmez bir tabiatıdır: "İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar." Onlar doğru yoldan ayrılır ve sapıtırlar. Çünkü onlar, böyledir... Bu meselede senin elinden bir şey gelmediği gibi, şeriatın da bunda bir günahı yoktur! Onların doğru yola gelmelerine imkan yoktur!
Bununla beraber İslam, müminin ruhuna şeytanın nüfuz edebileceği bütün delikleri kapatıyor. Çeşitli şartlar altında çeşitli gayeler için bu şeriatın herhangi bir hükmünü terke yol açacak her türlü hüccet ve sebeplerin önünü alıyor.
Sonra insanları, yolların ayrılış noktasında durduruyor. Ya Allah'ın hükmü... Ya da cahiliyetin... Bu iki şıkkın ortası yoktur! Ya yeryüzünde Allah'ın hükmü kaim olacak (daim olmak, ayakta durmak), beşeri hayatta O'nun şeriatı uygulanacak, beşer hayatına O'nun nizamı yön verecek.. Veya cahiliyet hakim olacak, arzu ve heveslerin prensibi uygulanacak, beşer hayatına kulluk ve kölelik nizamı yön verecek... Hangisini istiyorsunuz?
*****
Cahiliyetin gerçek manası, bu ayette tespit ve tahdid ediliyor (tarif etme, hudud koyma). Cahiliyet, insanın insana hükmetmesidir. Çünkü o, kulların kullara kulluğudur... Allah'ın, kulluğundan uzaklaşmaktır... O'nun uluhiyetini reddetmektir... Allah'ı bırakıp bazı insanların uluhiyetini kabul etmek ve onlara kul olmaktır...
Bu ayete göre cahiliyet, muayyen (belirli) bir zamana mahsus değildir... O, bir durum, bir vaziyettir. Bu durum, dün mevcut olduğu gibi, bugün de, yarın da olur. İşte o zaman, İslam'a karşı olarak o, cahiliyet ismini alır.
İnsanlar, ya Allah'ın şeriatı ile hükmederler, onu kabul edip kendilerini ona teslim ederler ve Allah'ın dinine girerler... Veya kul yapısı bir sistemi tatbik ederler, onu kabul ederler ve cahiliyet bataklığına düşerler... Onlar, kimin hükmünü tatbik ediyorlarsa, onun dinindedirler, Allah'ın değil! Cahiliyet hükmünün arandığı yerde Allah'ın hükmü aranmaz... İlahi şeriatın terkedildiği yerde cahiliyet prensibi bulunur ve yaşanan hayat da, cahiliyet hayatı olur.
İşte yolların ayrılış noktası burasıdır... Allah insanları bu noktada durdurur, sonra muhayyer (serbest) bırakır.
Sonra cahiliyet hükmünü arayanlara inkarî, fakat Allah'ın hükmünün üstünlüğü için takrirî (sağlamlaştırma) bir sual serdediliyor:
Evet! Allah'tan daha iyi hüküm veren kimdir?
İnsanlar için nizam vaz etmek ve onlara hükmetmek iddiasına kalkışanlar, Allah'ın nizamından daha hayırlı bir nizam, O'nun hükmünden daha mükemmel bir hüküm meydana getirebilirler mi?
Hangi delil, böyle büyük bir iddiayı sürdürebilir?
İnsan; insanları insanların yaratıcısından daha iyi tanıdığını iddia edebilir mi? İnsanlara, insanların Rabbinden daha merhametli olduğunu söyleyebilir mi? İnsanların faydasını insanların ilahından daha iyi bildiğini ileri sürebilir mi?Son şeriatını ve son Peygamberini gönderen, onu Peygamberlerin sonuncusu, risaletini risaletlerin sonuncusu, şeriatını da ebedi kılan Allah'ın, şartların değişeceğini, ihtiyaçların yenileneceğini, karışıklıkların vuku bulacağını bilmediğini iddia edebilir mi? Gönderdiği şeriatta bunun hesabını yapmadığını, bu durumun o zaman ona gizli olup (!) son zamanlarda insanların bulduğunu söyleyebilir mi?
Allah'ın şeriatını hayattan uzaklaştıran, onun yerine cahiliyet hükmü ve şeriatını ikame eden; kendi arzusunu veya herhangi bir milletin arzusunu veya herhangi bir beşer neslinin arzusunu, Allah'ın hüküm ve şeriatının üstüne çıkaran insanlar, bunu diyebilirler mi?
Evet, bunu diyebilirler mi? Özellikle müslüman olduklarını iddia eden insanlar, böyle bir iddiada bulunabilirler mi?
Şartlar? Karışıklıklar? İnsanların isteksizliği? Düşman korkusu? Bütün bunlar, Allah'ın ilmi dahilinde değil midir? O; müslümanlara, aralarında ilahi şeriatı ikame etmelerini, O'nun nizamına uymalarını, indirdiği hükümlerin bir kısmından vazgeçmemelerini emrediyor?
Geçici ihtiyaçların, yenilenen durumların, ekseriyet hallerinin istiabından Allah'ın şeriatı kusurlu mudur? Bütün bunlar, Allah'ın ilmi dahilinde değil midir? Buna rağmen O insanları sakındırıyor ve şiddet gösteriyor...
Müslüman olmayan insan, dilediğini söyleyebilir... Ama ya Müslüman? Yahut müslüman olduğunu iddia eden? Bütün bunları söyler de, yine de müslüman kalabilir mi? İslam'ın bir zerresini üzerinde taşıyabilir mi?
İşte yolların ayrılış noktası... Orada herkes ihtiyarına (tercih etme, irade kullanma) sahiptir... Orada münakaşa ve mücadeleye lüzum yok.
Ya İslam, ya cahiliyet... Ya iman, ya küfür... Ya Allah'ın hükmü, ya cahiliyetin hükmü...
Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeyenler; kafirdirler... zalimdirler... fasıktırlar... Allah'ın hükmünü kabul etmeyenler, mümin değildirler...
Bu mesele, müslümanın vicdanında kesin ve açık bir şekilde yer etmelidir. Kendi zamanında, insanlara onun tatbiki hususunda tereddüde düşmemelidir. Bu hakikatin muktezasına (gerek, icap), dost ve düşman herkese icra edilen bu tatbikatın neticesine teslim olmalıdır.
Bu mesele, bir müslümanın vicdanında kesinlik derecesine ulaşmazsa, o insanın düzeni bozulur. Nizamı karışır... Vicdanında hak ve batılı tefrik edemez (ayırt etme). Doğru yolda tek adım bile atamaz... Bu meselenin gizli kalması veya bütün insanların ruhlarına sindirilmesi normal ise de, onu gizli bırakıp da müslüman olmak, bu büyük vasfa sahip olmak isteyenlerin ruhlarına zerkedilmemesi asla normal değildir.
Seyyid KUTUB
Bununla beraber İslam, müminin ruhuna şeytanın nüfuz edebileceği bütün delikleri kapatıyor. Çeşitli şartlar altında çeşitli gayeler için bu şeriatın herhangi bir hükmünü terke yol açacak her türlü hüccet ve sebeplerin önünü alıyor.
Sonra insanları, yolların ayrılış noktasında durduruyor. Ya Allah'ın hükmü... Ya da cahiliyetin... Bu iki şıkkın ortası yoktur! Ya yeryüzünde Allah'ın hükmü kaim olacak (daim olmak, ayakta durmak), beşeri hayatta O'nun şeriatı uygulanacak, beşer hayatına O'nun nizamı yön verecek.. Veya cahiliyet hakim olacak, arzu ve heveslerin prensibi uygulanacak, beşer hayatına kulluk ve kölelik nizamı yön verecek... Hangisini istiyorsunuz?
*****
Cahiliyetin Hükmü
"Cahiliyet hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır?"
Cahiliyetin gerçek manası, bu ayette tespit ve tahdid ediliyor (tarif etme, hudud koyma). Cahiliyet, insanın insana hükmetmesidir. Çünkü o, kulların kullara kulluğudur... Allah'ın, kulluğundan uzaklaşmaktır... O'nun uluhiyetini reddetmektir... Allah'ı bırakıp bazı insanların uluhiyetini kabul etmek ve onlara kul olmaktır...
Bu ayete göre cahiliyet, muayyen (belirli) bir zamana mahsus değildir... O, bir durum, bir vaziyettir. Bu durum, dün mevcut olduğu gibi, bugün de, yarın da olur. İşte o zaman, İslam'a karşı olarak o, cahiliyet ismini alır.
İnsanlar, ya Allah'ın şeriatı ile hükmederler, onu kabul edip kendilerini ona teslim ederler ve Allah'ın dinine girerler... Veya kul yapısı bir sistemi tatbik ederler, onu kabul ederler ve cahiliyet bataklığına düşerler... Onlar, kimin hükmünü tatbik ediyorlarsa, onun dinindedirler, Allah'ın değil! Cahiliyet hükmünün arandığı yerde Allah'ın hükmü aranmaz... İlahi şeriatın terkedildiği yerde cahiliyet prensibi bulunur ve yaşanan hayat da, cahiliyet hayatı olur.
İşte yolların ayrılış noktası burasıdır... Allah insanları bu noktada durdurur, sonra muhayyer (serbest) bırakır.
Sonra cahiliyet hükmünü arayanlara inkarî, fakat Allah'ın hükmünün üstünlüğü için takrirî (sağlamlaştırma) bir sual serdediliyor:
"Yakinen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır?"
Evet! Allah'tan daha iyi hüküm veren kimdir?
İnsanlar için nizam vaz etmek ve onlara hükmetmek iddiasına kalkışanlar, Allah'ın nizamından daha hayırlı bir nizam, O'nun hükmünden daha mükemmel bir hüküm meydana getirebilirler mi?
Hangi delil, böyle büyük bir iddiayı sürdürebilir?
İnsan; insanları insanların yaratıcısından daha iyi tanıdığını iddia edebilir mi? İnsanlara, insanların Rabbinden daha merhametli olduğunu söyleyebilir mi? İnsanların faydasını insanların ilahından daha iyi bildiğini ileri sürebilir mi?Son şeriatını ve son Peygamberini gönderen, onu Peygamberlerin sonuncusu, risaletini risaletlerin sonuncusu, şeriatını da ebedi kılan Allah'ın, şartların değişeceğini, ihtiyaçların yenileneceğini, karışıklıkların vuku bulacağını bilmediğini iddia edebilir mi? Gönderdiği şeriatta bunun hesabını yapmadığını, bu durumun o zaman ona gizli olup (!) son zamanlarda insanların bulduğunu söyleyebilir mi?
Allah'ın şeriatını hayattan uzaklaştıran, onun yerine cahiliyet hükmü ve şeriatını ikame eden; kendi arzusunu veya herhangi bir milletin arzusunu veya herhangi bir beşer neslinin arzusunu, Allah'ın hüküm ve şeriatının üstüne çıkaran insanlar, bunu diyebilirler mi?
Evet, bunu diyebilirler mi? Özellikle müslüman olduklarını iddia eden insanlar, böyle bir iddiada bulunabilirler mi?
Şartlar? Karışıklıklar? İnsanların isteksizliği? Düşman korkusu? Bütün bunlar, Allah'ın ilmi dahilinde değil midir? O; müslümanlara, aralarında ilahi şeriatı ikame etmelerini, O'nun nizamına uymalarını, indirdiği hükümlerin bir kısmından vazgeçmemelerini emrediyor?
Geçici ihtiyaçların, yenilenen durumların, ekseriyet hallerinin istiabından Allah'ın şeriatı kusurlu mudur? Bütün bunlar, Allah'ın ilmi dahilinde değil midir? Buna rağmen O insanları sakındırıyor ve şiddet gösteriyor...
Müslüman olmayan insan, dilediğini söyleyebilir... Ama ya Müslüman? Yahut müslüman olduğunu iddia eden? Bütün bunları söyler de, yine de müslüman kalabilir mi? İslam'ın bir zerresini üzerinde taşıyabilir mi?
İşte yolların ayrılış noktası... Orada herkes ihtiyarına (tercih etme, irade kullanma) sahiptir... Orada münakaşa ve mücadeleye lüzum yok.
Ya İslam, ya cahiliyet... Ya iman, ya küfür... Ya Allah'ın hükmü, ya cahiliyetin hükmü...
Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeyenler; kafirdirler... zalimdirler... fasıktırlar... Allah'ın hükmünü kabul etmeyenler, mümin değildirler...
Bu mesele, müslümanın vicdanında kesin ve açık bir şekilde yer etmelidir. Kendi zamanında, insanlara onun tatbiki hususunda tereddüde düşmemelidir. Bu hakikatin muktezasına (gerek, icap), dost ve düşman herkese icra edilen bu tatbikatın neticesine teslim olmalıdır.
Bu mesele, bir müslümanın vicdanında kesinlik derecesine ulaşmazsa, o insanın düzeni bozulur. Nizamı karışır... Vicdanında hak ve batılı tefrik edemez (ayırt etme). Doğru yolda tek adım bile atamaz... Bu meselenin gizli kalması veya bütün insanların ruhlarına sindirilmesi normal ise de, onu gizli bırakıp da müslüman olmak, bu büyük vasfa sahip olmak isteyenlerin ruhlarına zerkedilmemesi asla normal değildir.
Seyyid KUTUB
Ayrıca, "Seyyid Kutub - Fi Zılalil Kuran - Maide Suresi Tefsiri 44-45" yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.