Dünyanın her yerinde müslümanlar için ibadet dili, Kuranı Kerim'in dili olan Arapça'dır. Çünkü Allah hükmü koyan şari iken peygamber de bu hükmü en güzel şekilde uygulayan ve örnek olan kişidir. Hükmü koyan şari ile bu hükmü en güzel şekilde uygulayan Allah’ın resulünü birbirinden ayırmak mümkün değildir. Hükmünü Kuran'dan, pratiğini peygamberden almayan hiçbir amelin, ibadetin ve eylemin kıymeti yoktur. Sözel olarak olmasa bile hal ve hareketlerde “İslam’ı yaşarken Kuran'a uyarım; ancak o Kuran'ı en güzel şekilde yaşayan peygamberin pratiğine dikkat etmem, bu konuda peygamberî uygulamaya uymak zorunda değilim” mantığı, Allah ve resulunün arasını ayırmak olur, ki bu da küfürden başka bir şey değildir. Bu din tamamlanmıştır; peygamber de tamamlanmış dini tam olarak yaşayarak hem kendi dönemindeki ve hem de kendi döneminden sonraki müslümanlara örnek olmuştur. Pratiğini peygamberden almayan her amel bidattır ve dine yeni bir şeyler ilave etmektir ki, bu da İslam'da kabul görmez.
İbadetler içerisinde en tartışmasız olan, yüzlerce kişi tarafından şahit olunan ve defalarca yapılan namaz ibadetidir. Namaz gibi ibadetler sadece ağızdan ağza taşınmazlar. Hayattan hayata, yapılarak ve görülerek nakledilirler. Bu tarz ibadetlerin en başında namaz ibadeti gelir. Çünkü namaz, diğer bazı ibadetler gibi sadece bir kez yapılan bir eylem olmayıp peygamberin ve beraberindekilerin her gün, hem de beş kez yaptığı -gece namazı ile 6 kez- bir ibadettir. Ayrıca herkesin gözü önünde ve herkesle birlikte yapılan bir uygulamadır.
Bugün yaklaşık bin beş yüz sene geçmiş olmasına rağmen, nesilden nesile dünyadaki bütün müslümanlar, aynı temel esaslara sahip namazı kılmaktadırlar ve bu dünyanın her köşesindeki milyonlarca insan da aynı hareketleri yapmaktadır. Namazın hemen bütün erkanı Kuran'da bulunduğu halde rekat sayısı ile ilgili bilgilerimiz peygamberimizden gelen hem lafzi, hem de ameli rivayetteki tevatürdür. Aksine hiçbir rivayete de rastlanmamıştır. Peygamberimiz, raşid halifeler ve daha sonraki zamanlardaki Arap olan ve olmayan herkes, namazlarında Kuranı Kerim'i Arapça orijinalinden okumuşlardır. Bu konuda tam bir mutabakat vardır. Arap olmayanların kendi ana dilinde meal okuyarak namaz kıldığına dair bir rivayete rastlanmamıştır. Rastlansa idi -bir avuç da olsa- bir kısım müslüman çıkar ve o rivayete göre namaz kılardı. Böyle bir rivayete asla rastlanmamıştır.
Namaz ibadetinin en önemli yanı Kuran okumak olduğundan sadece Kuran'ın orijinal dili olan Arapça ile namaz kılınır. Bunun yanında elbette tercüme ile de Kuranı Kerim'i anlamaya çalışmak gerekir; ancak tercüme Kuran'ın tam karşılığı değil yakın anlamıdır, anlamlarından sadece bir tanesidir...
“Şüphesiz O, alemlerin Rabbı tarafından indirilmiştir. Onu Ruhu’l-emin (Cebrail), uyarıcılardan olasın diye, senin kalbine apaçık Arap diliyle indirdi.” (Şuara 26/192-195)
“Böylece biz onu Arapça bir Kuran olarak indirdik. (...)” (Ta-Ha 20/113)
“Korunsunlar diye dosdoğru Arapça bir Kuran indirdik.” (Zümer, 39/28)
“Bu bilen bir toplum için, ayetleri Arapça bir Kuran olmak üzere ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır.” (Fussilet, 41/3)
Bu ayetler gibi tam on ayrı yerde (Yusuf, 12/2; Ra’d, 13/37; Nahl, 16/103; Şura, 42/7; Zuhruf, 43/3; Ahkaf, 46/12) nazmı münzelin Arapça olduğunu ifade eden ayetlerden, sadece mananın değil, elfazının da Kuran kavramının içeriğine dahil olduğu açık ve kesin bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu sebepledir ki, tercümesine motamot Kuran'ın aynısıdır denilemeyeceği bir gerçektir.
Meal Allah kelamının beşeri zaaflar içeren açıklamasıdır. Meallerdeki farklılıklar da bunu göstermektedir. Peygamber zamanında Arap olsun ya da olmasın herkes namazı Arapça ile kılmıştır, kendi dillerinde değil. Bu konuda ümmet arasında tam bir ittifak vardır. Namazda Arapça okumak ibadet birliğini sağlar. Namaz bir tevhid eylemidir ve müslümanların tevhid birlikteliğini, vahdetini sembolize eder. Farklı dilleri konuşan müslümanlar ortak bir dil ile namaz kılarak bu birlikteliği muhafaza ederler. Dünyanın neresinde, hangi dili konuşuyor olursa olsun Arapça orijinalinden Kuran okunduğunda insanlar bunun Kuran olduğunu anlar ve bundan etkilenirler...
Ayrıca Kuran, anlamıyla olduğu gibi lafız olarak da ilahidir. Allah tarafından Arapça olarak indirilmiştir. Bu husus birçok ayette de ifade edilmektedir:
"Biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik (...)" (Rad 37)
"Biz onu Arapça bir Kuran olarak indirdik ve onda tehditleri türlü biçimlere çevirip açıkladık ki korunsunlar. (...)" (Taha 113)
"Korunanlar için bunu, pürüzsüz Arapça bir Kuran olarak (indirdik)." (Zümer 28)
"Bilen bir toplum için ayetleri açıklanmış Arapça okunan bir kitaptır." (Fussilet 3)
"Biz sana böyle Arapça bir Kuran vahyettik ki kentlerin anası (Mekke’yi ve çevresinde bulunanları uyarasın. (...)" (Şura 7)
"Biz, düşünüp anlamanız için onu Arapça bir Kuran yaptık." (Zuhruf 3)
"Ondan önce de önder ve rahmet olarak Musa'nın kitabı vardır. Bu da (şirk ile), kendilerine yazık edenleri uyarmak, güzel davrananları müjdelemek için, Arap diliyle indirilmiş; (kendinden önceki Kitab'ı) doğrulayan bir kitaptır." (Ahkaf 12)
Netice olarak Kuranı Kerim mana olarak da, lafız olarak da Allah tarafındandır. Kuran'ın hem mana ve hem de lafızları Allah'a ait olduğuna göre, başka bir dile çevrildiği zaman o çeviri mutlaka birtakım zafiyetler taşır...
Kuran'dan hiçbir şey bilmeyen birine Peygamber (s.a.v.)'in tehlil ve tahmid getirerek -yani birtakım dualar yaparak- namaz kılmasını öğütlemesine dair rivayet ile yine Peygamber (s.a.v.)'in bazı ayetlerde geçen bazı kelimeleri telaffuz edemeyen kimselere bu kelimelerin eşanlamlılarını okumalarını tavsiye ettiği rivayetleri zikredilmektedir. Söz konusu bu rivayetler nihayet özrü bulunan kimselere verilmiş ruhsatları ifade ederler. Bu tür ruhsatlar herkes hakkında genel-geçer kurallar olarak ileri sürülemez.
Namaz Kılarken Kişinin Okuduklarını Anlaması Gerekliliği
Namaz kılan kişinin namazında okuduklarının anlamını bilmesi gerektiği meselesine gelince, biz de aynı kanaatteyiz... Ancak kişinin namazda ne dediğini anlamasının tek yolu namazı kendi diliyle kılması değildir. Namazda Kuran'dan okunacak zorunlu miktar, Fatiha suresidir. Bu sure ise sadece yedi cümleden ibarettir. Tekbirleri ve diğer okunan duaları, hatta kısa bir zammı sureyi de ilave etseniz ancak yirmi cümle uzunluğunda olur, ki kültür seviyesi ne olursa olsun her müslüman bu yirmi cümlenin anlamını öğrenebilir. Ayrıca her müslüman, İslam aleminin bir üyesidir. Müslümanlararası ortak dil ise, Kuran'ın dili olması nedeniyle Arapça'dır. Bu durumda Arap olmayan müslümanlar da çok asgari düzeyde de olsa Arap dilini öğrenmiş olacaklardır.
Bazı ibadetlerin şekil ve muhtevası belirlenmiştir. Peygamber (s.a.v.) bu tür belirlenmiş ibadetleri ümmetine ayrıntılarıyla öğretmiş, herhangi bir boşluk bırakmamıştır. Ayrıca büyük bir topluluk da buna şahit olmuştur. Namaz bunun en güzel örneğidir. Namaz, Peygamber tarafından ayrıntılara varıncaya kadar öğretilmiş ve bizzat kendisi tarafından halkın huzurunda uygulanmıştır. O (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız onu öylece kılın." O halde namaz, Peygamber (s.a.v.) tarafından şekli belirtilmiş bir ibadettir.
Peygamber (s.a.v.) kendi döneminde Arap olmayanları da İslam'a davet etmiş ve onlar arasında da İslamı kabul edenler olmuştu. Buna rağmen Peygamber ne ezanın ve ne de namazın Arapça dışında başka bir dille yerine getirilebileceğini söylemiştir. O dönemde Arap olmayanlardan İslam'a girenler olmasaydı bile Peygamber elbette ki gelecekte bu dini kabul edenler arasında Arap olmayanların da olacağını biliyordu. Nitekim çevredeki hükümdarlara mektuplar yazarak onları İslama davet etmiştir. O halde başka dil ile namaz kılmak mümkün olsaydı peygamber de bu konuda bir açıklamada bulunurdu; İranlı olan Selman'a Farsça, Rum asıllı olan Suhayb'a Rumca ve Habeşli olan Bilal'e de Habeş diliyle namaz kılmalarına izin verirdi... Eğer böyle bir şey caiz olmuş olsaydı, bunun caiz olduğu insanlar arasında yaygınlaşmış olurdu.
Kimileri, ferdi kılınan namazlarda kişinin kendi dilinde okuyabileceğini, cemaatle kılınan namazlarda ise Arapça olarak okunması gerektiğini ileri sürmektedir. Böylece kendilerince iki tarafı da memnun eden orta bir yol takip ettikleri imajını vermeye çalışırlar. Ancak böyle bir ayrımın mantıki hiçbir dayanağı yoktur. Her şeyden önce, cemaatle namazın tercih edildiği hem Kuran ve hem de peygamberin uygulaması ile sabittir...
Peygamberler Namazı Ana Dillerinde mi Kılmışlardır?
Kuşkusuz dini öğrenmek sadece namazda okunanlarla sınırlı değildir. İsteyen Kuran'ın Türkçe mealini sair zamanlarda okuyabilir. Hatta Arapça bilmeyen her müslüman Kuran'ın mealini mutlaka kendi dilinde okumalıdır. Kuran'ın Türkçe mealinin okunması aynı zamanda bir ibadettir de...
Sonuç olarak Kuranı Kerim, hem lafız hem de mana cihetiyle Allah tarafındandır. Bu nedenle başka dile yapılmış çeviriler "motamot Kuran" diye isimlendirilemez. Namazda Kuran'ın okunması da emredildiğine göre, namaz başka bir dil ile icra edilemez. Peygamber (s.a.v.) de namazı Arapça olarak icra etmiştir ve bizlere: "Nasıl namaz kılıyorsam öylece kılın" emrini vermiştir. Ayrıca, Kuranı Kerim'i Arapça'sından anlamayanlar namaz dışında meal okuyarak da bilgi boşluklarını doldurmaya çalışmalıdırlar.
Sonuç olarak Kuranı Kerim, hem lafız hem de mana cihetiyle Allah tarafındandır. Bu nedenle başka dile yapılmış çeviriler "motamot Kuran" diye isimlendirilemez. Namazda Kuran'ın okunması da emredildiğine göre, namaz başka bir dil ile icra edilemez. Peygamber (s.a.v.) de namazı Arapça olarak icra etmiştir ve bizlere: "Nasıl namaz kılıyorsam öylece kılın" emrini vermiştir. Ayrıca, Kuranı Kerim'i Arapça'sından anlamayanlar namaz dışında meal okuyarak da bilgi boşluklarını doldurmaya çalışmalıdırlar.
"Bütün peygamberler ana dillerinde namaz kılıp dua etmişlerdir" meselesine gelince... Kuran nasıl ki hem lafzen, hem de mana olarak Allah katından ise, o peygamberlere gönderilen kitaplar da hem lafzen hem de mana olarak Allah katındandır... Bundan dolayı da her peygamber namazda kendisine indirilen dilde okumuştur kitabını... Ayrıca diğer peygamberler sadece bir kavme gönderilmiş iken peygamberimiz (hem cin, hem de insanlar olmak üzere) kıyamete kadar bütün insanlığa gönderilmiş bir peygamberdir. Kuranı Kerim de evrensel bir kitaptır. Evrensel olan bir peygamberin ve kitabın müntesiplerinin arasındaki vahdetin sağlanmasında da namaz ve Kuran vazgeçilmez unsurlardır. Bir insanın ana dilinde dua etmesi ile peygamberi örnek alarak namazda Arapça okuması ayrıdır... Eğer herkes kendi ana dilinde okuyup namaz kılacak olsa cemaat ile namaz kılmak mümkün olmayacaktır. İmam olan şahıs kendi dilinden okuyacak ve cemaat yine anlamayacaktır. Aynı ülkede yaşayan insanlar arasında da her bölgenin kendine has bir lehçesi ve kendine has kullandığı kelimeleri vardır. Bu durumda aynı ülkede yaşayan insanlar bile birbirini anlayamayacak ve yine aynı problem yaşanacaktır. Bunlardan kurtulmanın yolu ise namazda dil birliğini sağlamaktıır.
Bazı kimseler "Biz Arap olmadığımıza göre ibadetlerimizde, kendi dilimize yapılacak bir tercümeyi okumalıyız. Çünkü ayetlerde açıkça vurgulanan nokta; Allah’ın bizden Kuran’ı anlamamızı istediğidir. Bizim anlamamız için ise Kuran’ın Türkçe olması şarttır.” derler.
Bu görüşte olanların kendilerine delil olarak aldıkları ayet mealen şudur:
“Biz, her peygamberi, ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın. (...)” (İbrahim 4)
Bu ve benzeri ayetler “tebliğin” dilinden bahsetmektedir, “ibadetin” dilinden değil. Biz, bu ikisi arasında bir fark olduğuna inanıyoruz. Bu farkı şöyle bir prensiple ifade etmemiz mümkündür:
“Tebliğin dili, her milletin kendi dilidir. Fakat, ibadetin dili dinin indirildiği dildir.” Zira yukarıdaki ayetin açıkladığı genel prensibin “tebliğe ait” olduğu son derece açıktır. Demek oluyor ki “tebliğ” yapan kişiler muhataplarının dili ile tebliğ yapacaklardır. Bu durum, hem ilahi maksadın hem de aklın gereğidir. Bizim bu noktada “tebliğ dili” ile “ibadet dili”ni birbirinden ayırt etmemiz, ana dilden ibadet yapma yaklaşımının özündeki bir yanlışı ortaya koymak isteyişimizdendir.
İslam dini evrensel bir dindir. Değişik dilleri konuşan bütün Müslümanların ibadette ortak bir dili kullanmaları onun evrensel oluşunun bir gereğidir.
Türkçe ibadetin gerekliliğini savunanlar, namazda Kuran okumanın gerekmediğini iddia etmektedirler. Bu yaklaşım kendi içinde iki temel noktaya dayanmaktadır: Biri, Kuran’da konuyla ilgili emir ya da açıklamanın olmadığı, diğeri de namazın bir “dua” olduğu iddiasıdır.
Halbuki Kuran’da namaz kılarken Kuran okumamız gerektiğine dair hem açıkça hem de işaret yoluyla emirler vardır. Bu nedenle, “Kuran’da bize, namazda Kuran okumak emredilmiyor” demek doğru değildir. Bu ifade, yeterli Kuran araştırmasına dayanmayan basit bir iddia olma seviyesinden öte geçemez.
Namazda Kuran okumamızı açık bir şekilde ifade eden bir ayeti burada mealen zikrediyoruz:
“Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut 45)
Bu ayet gayet açık bir şekilde namazda Kuran okumamız gerektiğinden bahsetmektedir. Namazda Kuran okumamızın gerektiği bu şekilde ayetle belirtilince, tercümenin değil, ancak orjinal metnin kendisini okuyacağımız da sabit olur. Çünkü Allahu Teala’nın namazda okumamızı istediği “vahyedilen” Kuran’dır. Tercümelerin ise böyle bir “vahyedilmiş” olma özelliği yoktur. İşte bu ayet namazda okunacak metnin, “vahyedilmiş” olma özelliğini ayırıcı bir şart olarak ifade etmektedir.
“Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.” (İsra 78)
Arapça bilenler için, mealini paylaştığımız bu ayetin Arapça’sını da yazıp bir noktaya dikkat çekelim:
أَقِمِ الصَّلاَةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا
Bu ayette geçen: “قُرْآنَ الْفَجْرِ” = “Kur’âne’l-Fecr” ifadesi sabah namazında açıktan okunan Kuran’a işarettir.
Herkesin konuştuğu dil ile ibadet yapmaya kalkışması, Peygamberimiz (asm)'in öğrettiği ve bugüne kadar uygulana gelen şekle ters düşeceği gibi, içinden çıkılmaz birtakım tartışmalara da yol açacağı muhakkaktır.
Birincisi, namaz sadece ritüel bir eylem değil, aynı zamanda bir ibadettir. İbadetin dili de vahyin dilidir.
İkincisi, hiçbir tercüme asıl metnin yerini motamot tutmaz ve bunu tercüme işini yapanlar bilirler..
Üçüncüsü de, bizler bugün müminlere namazda okuduklarının anlamlarını da öğrenmelerini ve bir yandan metni okurken diğer yandan da anlamını düşünmelerini söylüyoruz... İyi niyetli olana bu yeterlidir... Piyasada "Türkçe Kuran" zırvalamaları yapan güruhun dinle, namazla ve cemaatle hiçbir ilgisinin olmaması üzerinde de düşünülmelidir...
Sözün özü: Namazda kıraat farzdır. Kıraat ilahi vahyi asli ifadesiyle okumaktır. Yanında manasını da tefekkür etmek gerekir. Namazın dua mahallerinde ise, duanın diline zaten karışılmamaktadır... Dua kıraat değil, kalbin Allah'la konuşması olduğu için dil serbestisi vardır.
Türkçe Ezan ve Türkçe İbadet Fikri Nereden Çıktı?
Türkçe ezan ve Türkçe ibadet fikri ilk kez Tanzimat döneminin sonlarında Ali Suavi tarafından gündeme getirilmiştir. Ali Suavi hutbenin kesinlikle Türkçe olması gerektiğini söylüyor ve namazın da Türkçe kılınması fikri üzerinde duruyordu. Ancak o zamanlar bu fikir pek rağbet görmedi. Bu fikrin tekrar gündeme gelmesi ve dillendirilmesi ise II. Meşrutiyet ile güçlenen Türkçülük akımı ile başlamıştır.
Bu dönemde bu konunun baş savunucusu İslam ile bir alakası olmayan Ziya Gökalp olmuştur. Ziya Gökalp Türkçe ezan olmasını isterken ibadetin de milli dil ile yapılması gerektiğini savunuyordu. Hatta "vatan" adlı şiirinde bu konuyu dile getirmişti. Ziya Gökalp’in din dilinin Türkçeleştirilmesi düşüncesi oldukça etkili olmuş ve cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren uygulamaya konulmuştur.
Türkiye cumhuriyeti tarihinde ise bu konuda ilk işaret milli mücadele yıllarında verildi. 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM’nin açılışında yapılan duanın Türkçe olmasına özen gösterildi. Mustafa Kemal ise bu konuyu ilk kez TBMM’nin üçüncü açılış döneminde -3 mart 1922’de- TBMM kürsüsünde dile getirdi. Bu konuşmasında Mustafa Kemal ilk kez Türkçe ezan ve kametten söz etmişti.
Son söz: Herkesin kendi dilinde Kuran okuması görüşü yaldızlı ama içi boş bir slogandır...
Kuran'ı, Allah'ın indirdiği ve peygamberin okuduğu şekilde okuyup, kendi dilimizden de anlamını bilirsek mesele kalmaz...
Sorun Kuranı Kerim'i herkesin kendi dilinden okuması değildir. Mesele Kuranı Kerim'i anlamaktır. Herkes kendi dilinde okusa bile "ilah, rab, din, ibadet, şirk ve tağut" kavramlarının ne anlama geldiği bilinmedikçe ne değişecektir?
Nureddin ÖZDEMİR
Ayrıca, "Şefaat Konusunda Doğru Bilinen Yanlışlar" yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.